21 Eki 2010

Ben, Sen ve Onlar

    Hepimizin güvenlik kalkanları devrede. Beynimizde görünmeyen bir kalkan bu. Karşımızdakini dinler gibi yapıyoruz hatta dinliyoruz baya baya ama dinlediğimiz şeyler, düşünceler, tasarılar, yorumlar, istekler bizim güvenlik kalkanımıza çarpıyor ve geri dönüyor. Girmiyor yani beynimize bir şey. Bu yüzden de anlamıyoruz, üstünde durmuyoruz ve tartışmalarımız sorunlarımız uzayıp duruyor. 

    Bu konuda iki çeşit insan var; biri tartışmalarda karşı olduğu düşüncelere acımasızca saldırıyor, inatçı çocuklar gibi diretiyor, bağırıyor çağırıyor. Görüyoruz televizyonlarda ama burada bir parantez açmak gerekirse; televizyondakileri göz ardı edebiliriz çünkü onlar reytingleri düşünüyorlar realite şov tadında olsun istiyorlar bu yüzden bağırış çağırış. Gelişmiş ülkelerde bile rastlayabiliriz buna. Her neyse, ama bu birinci tür insanı günlük yaşantımızda sık sık gözlemleyebiliriz. Tabi ki de bu yanlış. Ortada bir saygı olmalı vesaire vesaire herkes biliyor zaten nezaket kurallarını ama "sözde".

    İkinci çeşit insan ise daha çok okumuş görmüş geçirmiş tabakada gözlemlenen bir tür. Bunlar dinlemeyi biliyor, sessizce sırasını bekliyor, hatta arada bir "evet bu konuda haklısın" gibi sözler de söyleyebiliyorlar. Amma lakin bunların da güvenlik kalkanları devrede. Yüzlerde ciddi bir "seni dinliyorum evet" ifadesi ama akıldan geçenler şöyle; "istediğin kadar konuş, kanıt sun, mantıklı ol beni ikna e-de-mez-sin!! Çünkü benim dediğim benim bildiklerim doğru". Artık refleks olmuştur bu düşünmeye bile kalmadan güvenlik kalkanları devreye girer. Mesela üniversite ortamlarında görebiliriz böyleleri. Ortamı uzaktan seyretsen "ne kadar da güzel tartışıyorlar, birbirlerini düzeltiyorlar, doğru yorumu buluyorlar" ama içinde olursan anlayacaksın ki öyle bir şey yok. Bunun farkına varmak da tam bir heves kırıcı.

    Dünyanın en çok genelleme yapan insanı olarak diyorum ki hepimiz ya birincisi ya da ikincisindeniz. Başka bir yol mümkün değil. Çünkü uygun bir ortamdan yetişip gelmiyoruz. Eğitimimizin ilk yıllarından itibaren sorgulamayı bilmeden, sorgulamanın günah olduğuna inandırılan, sadece yazılanları anlatılanları beynimize işlemek zorunda olduğumuz bir süreçten çıkıp geliyoruz. Bazılarının en basit hatalarında dahi sesimizi çıkartamıyoruz "şurayı yanlış gösterdiniz" diyemiyoruz.Çünkü en baştan cesaretimiz, özgüvenimiz kırılıyor. Söz hakkı tanınmıyor, böyle bir şans bulduğumuzda ise yalnızca "onların" gönüllerini okşayan şeylerle sınırlandırılıp öyle konuşabiliyoruz. Düşünmemiz ve anlamaya çalışmamız yasak. Zaten gerek de yok onlar bizim yerimize yapıyor bunları.

    Büyüyünce de onlar gibi oluyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder