18 Şub 2011

Trois couleurs de Paris: Renault

Pont Alexandre III & Tour Eiffel
  Paris'te 3 hafta kaldığım için her haftaya özgü "Trois couleurs de Paris" başlıklı yazı yazmaktı niyetim ama son haftanın yazısı ders kayıtları nedeniyle geç geldi biraz. Aslında son haftamı değil de bütünüyle anlatmak istiyorum Paris'i.
  Bundan önceki yazılarda Paris'in güzelliklerini pek yazmadığımın farkındayım o yüzden şimdi onlara değineyim.
  Paris'te ilk olarak caddelerden, bulvarlardan etkilenmiştim. Çok genişler, trafik sıkışıklığı diye bir şey yok, ilk duyduğum korna sanırsam ikinci haftamda falandı. Kaldırımlar geniş; rahat rahat geziyorsunuz. En güzeli de cadde kenarlarındaki kafe ve restaurantlar. Tabi özellikle havalar güzel ise ayrı bir tadı oluyor. Tek başıma gezme imkanı bulduğumda bir kaç kafeye girip kahve içmiştim. Normalde tek başıma yemek yemekten, bir şeyler içmekten nefret ederim ama Paris'te çok hoşuma gitmişti bu. Manzara da güzelse gayet tatlı oluyor. 
  Ulaşım inanılmaz rahat, giderseniz Paris'e kalacağınız otelin yerini merak etmeyin bence nerede olursa olsun sıkıntı yaşamazsınız. Mesela inanılmaz geniş bir metro ağı var.
  Hemen hemen bütün turistik mekanlardan etkilendim ama beni en çok etkileyenler Seine nehrinin üzerindeki köprüler oldu. Seine nehri kıyısında yürüyün, karşınıza çıkan her hangi bir köprünün üstünden diğer tarafa geçin ve yürümeye devam edin, başka bir köprüye geldiğinizde de diğer tarafa geçin. Kısacası Seine nehri etrafında gidebildiğiniz yere kadar gidin. Bazen ressamlarla, kitapçılarla, müzisyenlerle karşılaşacaksınız. Bazen de o güzel köprülerde dinlenip Paris'i, Seine'i izlersiniz.
  Paris kocaman kalabalık şehir ama bolca yeşil alan var. "Jardin de bilmem ne" şeklinde görebileceğiniz genelde sarayların bahçeleri olan bu alanlarda havalar güzel olduğunda insanlar köpeklerini dolaştırıyor, top oynuyor, gitar çalıyor, küçük piknikler yapıyor. Benim favorilerimden ilki Hotel Des Invalides'in önünden başlayıp AlexandreIII Köprüsüne kadar olan meydan. Diğeri de içinde küçük bir göleti olan Jardin du Luxembourg.
  Bunların dışında Eyfel, Champs Elysée ve Montmarte en beğendiğim yerlerdi.Zaten Eyfel kulesi sürekli karşınıza çıkıyor. Ama Champs Elysée ve Montmarte'a bir kez gitmekle yetinmedim. Champs Elysée aslında mağazaların falan olduğu genişçe bir bulvar ama ben beğenmiştim. Montmarte ise içinde küçük kafe ve restaurantları barındıran, ressam ve müzisyenlerle dolu ve Sacre Coeour katedraline sahip Paris'e hakim bir tepe. Bir yandan Paris'i seyrederken diğer yandan da bir sokak gösterisini izleyebilir ya da merdivenlerdeki müzisyenlere eşlik edebilirsiniz.
  Ne kaldı geriye? Evet müzeler. Çok fazla müze gezemedim ama gezdiklerim tablo ve heykelden ibaretti yani pek bana göre değil ama sanatla ilgileniyorsanız içinde düşüp bayılabileceğiniz bir sürü müze var. Sanırsam Paris'teki bütün müzeleri gezmek için en az bir ayınız olması lazım.
  Her şeyden öte Paris'i kendi başınıza keşfetmeniz, haritaların içinde kaybolmanız kadar güzel bir şey yok. Öyle sürü gibi gezmeyin Paris'te.
  Son olarak; şimdiden özledim Paris'i.





7 Şub 2011

Trois couleurs de Paris: Citroën

gene mi eyfel gerizekalısı
 Paris'te geçen şu iki hafta içinde sık sık şunları söyledik:
* İstanbul Paris'ten daha güzel.
* (Buraya envai çeşit küfür gelecek) bilmem nesinin Parislileri niye tükürüyonuz lan oraya buraya!!
* Metro bok !
* Uzak doğulular her yerde abi, her yerde!
* Non, merci (buraya da çok pis küfürler gelecek) atın oğlu, non merci! - Burada çiçeği, eyfel anahtarlığını ağzımıza sokan satıcıya sesleniliyor-
* Gene mi Eyfel.
* İstanbul dünyanın en güzel şehri lan.
* Canım Ankara'mmm. -Behzat Ç. izlenirkene söylenen çarpılma riski yüksek cümleler-
* Adam metro durağının içinde işedi lan!
* Oğlum nasıl bir şey lan onlar. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim, nasıl ya! -Bu çok ayrı bir hikaye ama günde en az 10 kez söylüyoruz-
* je voudrais bilmem ne, merci.
* Gene mi tablo.
* Havalar da ısındı.
* Mercedes taxi var lan, vay hele. -Bu nasıl bir gerzeklikse işte-
* Adam krallar gibi yaşamış valla. "adam kralmış zaten oğlum". 
* Aaa burası ne kadar güzel, ne kadar hoş! 
* vs vs vs
 
  Son haftamıza girdik, görülcek her yeri gördük, bazılarına girdik içinde kaybolduk, bazılarına da dışardan baktık sadece ama kendi adıma konuşmam gerekirse ben buraya alıştım. Ülkeme geri döneceğim diye üzülmüyorum ama bir yandan da Paris'ten ayrılmak istemiyor gibiyim. Garip.
  Paris'ten dolayı mı bu? Bilemiyorum, mutlaka etkisi vardır, şehir harika ama kafam rahat burada. Tamam küreselleşmiş gerzeklik burada da var ama ülkemdeki gibi bana şahsen zarar verecek cinsten değil. Ha bir de -biraz duygusallaşmış olacağım ama- seni bekleyen biri olmayınca da geri dönesin gelmiyor açıkcası.