17 Ağu 2012

Çok Pis Zengin Olmalıyım


Çok pis zengin olunca yapacağım şeyler.

1. “Yeni müzik” bulucu kiralamak
Çok üşendiğim ama deliler gibi ihtiyaç duyduğum yeni bir müzik grubu ya da albümü bulma eylemini benim için gerçekleştirecek bir çalışanım olacak. Şöyle bir muhabbet rahatça dönebilmeli.
Çalışan: Bugün nasıl bir müziğe ihtiyaç duyuyorsunuz mösyo?
Ben: Biraz böyle dııız dızzz dız dızzz dıtttt dızzz dın dın dın tarzı olsun lütfen.
Çalışan: Derhal efendim!!

2. Dandik eski püskü arabalar alıp, gerzek arabalara çarpmak
Mesela ağzına kadar dolu bir park yerinde iki arabalık yeri hunharca kullanan tek bir araba gördük. Getireceğim yedekteki eski püskü arabayı laaaps diye arkadan önden nasıl parketiyse artık o arabaya çarpıp orada bırakacağım. Tatmin level: infinity.
Bu arabaları yolda aheste aheste giden, artizlik yapıp yol vermeyen, dönerken sinyal vermeyen kısaca göt gibi araba kullanan şoförlere çarpmak onlara unutamayacakları bir ders vermek için de kullanabilirim.

3. Yeşil ışık yanar yanmaz kornaya abanan taksi ve dolmuş şoförlerine her kornaya basışlarında elektroşok verilmesini sağlayan yasayı meclisten geçirmek
Başlık gayet açık tek yapmam gereken meclise nüfuz etmek; çok pis zengin olunca zor olmasa gerek. Gelecek nesiller heykelimi yaptıracaklar bu proje için.

4. Sinyal verdirici
Arabanın sinyal kolu bir tarafına kaçtığı için sinyal ver(e)meyen şoförlerimiz için böyle bir alet icat etmek ya da ettirmek. Nasıl çalışacağını henüz düşünmedim ama çok elzem bir alet orası kesin.

5. Helikopter
Helikopter kesin olmalı, kesin alacağım.

6. Hafızayı sildirmek
Yazıdan da anlaşıldığı gibi psikolojimi bozan trafikte çektiğim onlarca anıyı sildirmeliyim.

7 Ağu 2012

Bir Dakika Lütfen

Bir seneyi aşkın süredir bloga bir şeyler yazmıyordum. Ara ara geliyordu "hadi bir şeyler yazayım" diye ama etkisi uzun sürmediği için hemencecik vazgeçiyordum. Birkaç gün önce arkadaşlarımın blogu http://ekoncanlar.blogspot.com/ 'a son 3-4 aydır geçirdiğim mülakat deneyimlerimi yazdım ve yazarken biraz zevk aldım, okundukça da hoşuma gitti. Sonuçta da buradayım gördüğünüz gibi.

Biraz değişiklikler yaptım ama. Arka plana Batman simgeli bir çalışma yapayım dedim ama daha çok yaprağa benzediler, çok üzgünüm. İkinci olarak da blogun adı değişti. Azcık kibarlaştım. Eskiden "bi dakika lan" olan isim, yerini "bi dakika lütfen"e bıraktı hatta "lutfen". Neden böyle bir şey yaptım tam bilmiyorum ama içimden böyle geldi. Ya da lanlı lunlu konuşunca kızlar gelmiyor diye lütfen dedim. Bilemiyorum.

Bugün benim doğum günüm ve gerçekten de hayatımın önemli bir dönemindeyim. Bundan sonra buraya yazabileceğim birçok güzelliğin de beni beklediğini biliyorum, azcık sabır ama. 

10 May 2011

Ne Bilem

  Ders çalışmak dışında her şeyin tatlı olduğu bu güzel vizelerle dolu dönemde bir şeyler yazmak pek de zor olmasa gerek. Uzun zamandır da yazmıyorum zaten. Hep böyle komikli, çılgınlı şeyler yazmak istiyorum, dalga geçeyim diyorum ama hayat bu neticede her zaman izin vermiyor bunlara. Ha mutsuz muyum? Yoo gayet mutluyum.

  Ama kafam biraz karışık orası da ayrı. Ne güzel kafa siken insanları çevremden birer birer uzaklaştırmış kafamı dinlerken, kendi halimde mutlu mesut takılırken birden ortaya çıkan bu kafa karışıklığı pek de iyi olmadı, azcık pişmanım da şeker bir şey, zarar gelmez herhalde.

  İstanbul'a gittim ben üç hafta önce. Paris'teyken "İstanbul Paris'ten daha güzel lan" diye çıldırmamdan olsa gerek hayli yüksek beklentilerle gitmiştim. "Aşkım" falan diyecektim az kalsın İstanbul'a.  Gel gör ki her şey yalanmış. Yani o ne kalabalık öyle. "Kalabalık" kelimesi yetersiz kalır İstanbul için. Yeni bir kelime bulunsun. Şöyle elimi kolumu sallaya sallaya gezemedim anlayacağınız. Bir de en azından tarihi yarım ada biraz korunsaymış, iyi bir sunum yapılsaymış pek bi etkileyici olurdu amma lakin öyle değildi. Hayal kırıklığı olsa da akademik amaçlarımızı yerine getirdik hatta o bakımdan gayet güzel bir gezi oldu. Kaç yaşına gelmiş koca insanlar çocuklar gibi ağlayıp yolumuza sürekli taş koymasalardı daha güzel olacaktı bence. 

  30 kez ziyaret ettiğim insanın bir kerecik Ankara'ya gelmemesi ne kadar da kaba değil mi. Çok üzülüyorum. Gerçi İstanbul'da yaşasam ben de gelmem Ankara'ya ama benim için gelinmez mi yeeaa.

  İnsanlar durduk yere ağlak aşk şarkılarını nasıl dinleyebiliyor, ağlamalı filmlere nasıl gidebiliyor, iç geçirtmeli şiirleri nasıl okuyabiliyor çok merak ediyorum. Durduk yere ya. Ortada hiçbir şey yokken. Aşk yokken, acı yokken, hayal kırıklığı yokken. İnsanın kendisini bilerek isteyerek üzmesi saçma değil mi? Ama aşıksındır, bir kız vardır o zaman anlam bulması lazım bu işlerin ya da seni destekleyen anlatacak kimse yokken yanında hislerini paylaştığın bir dost gibi. Ne bilem.

  Gerçekten buldum. Normalde bana "hayatındaki en bilmem ne şey" diye sorduklarında kitlenir kalırım ama "en gıcık olduğum şeyi" buldum. Bağırmak !! Niye bağırıyorsunuz birbirinizin yüzüne karşı. Bana yapılmasını sevmiyorum, en sevdiğim insan bile yapsa o an çok kötü oluyorum o kişiyi bir süre görmek istemiyorum. Bırakın bana bağırılmasını benim yanımda sevdiğim birine de bağırıldığında aynı şeyleri hissediyorum. Gidin dağa taşa bağırın. Ben önümdeki arabaya "yürüsene lan" diye bağırıyorum-kornadan iyidir- arabanın içinde tabi tek başıma. Ama insanların yüzüne bağırmak ne kadar yakışıksız bir hareket. Hakikaten takıntılıyım buna.

  Bugün sınavdayken masanın üstündeki çizikleri kurcalıyordum bir ara. " Tasa yasarısı =)" vardı. Güldüm. Tatlı insanlar.

  Son sözüm Galatasaray'a. Allah belanızı versin lan sizin. Koca sezonun içine ettiniz lan. Offff. 

  Neyse bu kadar.
  

22 Mar 2011

Beyaz Duvarlar

   Ben küçükken ilerisi için astronot olmayı ya da dünyaya çok büyük iyilikler yapmayı isterdim. Ama daha çok astronot olmayı istiyordum çünkü o daha gerçekçiydi. Uzun süre de direttim bu konuda. Neticede benim ilgi alanım buydu, uzay ya da nasa'yla ilgili bir şeyler görünce heyecanlanıyordum. Kısacası benim hayalimdi bu. Ama ilkokul, ortaokul, lise diyerek yıllar geçti ve hayallerin peşinde koşmanın imkansız olduğu gerçeğini öğrendim -tamam biraz fazla uçmuş bir hayaldi benimki ama sonra başka hayallerim de vardı- bırakın hayallerin peşinden koşmayı hayallerindeki saç modeline bile sahip olamıyordun çünkü her şey sınırlandırılıp tek bir kalıp halinde sunuluyordu. Böylece yeteneklerinin ve isteklerinin farkına varamayan, bilinçsiz ve yaratıcılıktan yoksun bireyler topluma sunuluyordu. Halbuki "türlü zorluklara rağmen hayallerinin peşinden koşup bir şekilde başarılı olan çocuk" temalı filmleri hayranlıkla izliyorduk.
   Üniversite hayatıma geldiğimde ise kendimi yeteneklerimle herhangi bir paralellik gösterip göstermediğine dair en ufak bir fikrim olmadığı bölümümde bulmuştum. Sanırım bu konuda ülkedeki çoğunluğun içindeydim. Derslerden zevk almadığım kesindi ama en azından arkadaşlık ilişkileri iyi olmalıydı Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden biri olan bu okulda. Ne yazık ki geçirdiğim bu dört sene bu konuda da hayal kırıklıklarıyla dolu. Lafı uzatmaya gerek yok zaten "hayal kırıklığı" kelimesi benim ve hayallerim için en uygun kelime, fazlası lüzumsuz. Ama belirtmeden olmaz, bu hikayenin içinde "üzüntü" ve "umutsuzluk" yok. Bu yüzden mutsuz falan değilim. İş işten geçti, bunun da farkındayım ama içimde ufacık da olsa "keşke zevk aldığım bir bölümde okuyabilseydim" serzenişi var.
   Seneye mezun olacağım ve mezuniyet sonrası iş bulma derdine düşeceğim. Dürüst olmak gerekirse iyi bir iş bulabileceğime inanıyorum ama "iyi bir iş" ne demek? Bu şartlarda parası iyi anlamına geliyor sanırım. Benim için de öyle artık. Herkes çalışırken zevk alacağım bir işe girmem gerektiğini söylüyor, gayet de haklılar ama bunun olma olasılığı o kadar düşük ki. Ve beni düşündüren tek olay bu. Acaba işe zevkle mi gideceğim yoksa her gün üfleye püfleye mi? Kafamdaki tek sorun bu. Tabi hayat bu ne olacağı belli olmaz, hiç aklıma gelmeyen şeyler gerçekleşebilir. Kim bilir.
 

20 Mar 2011

Bir Türlü Sonu Gelmeyen Saçma Bir Öykü

    "Bir kerede ben yaşayayım şu koduğumun masallarını" diye yüksek ve kırılgan bir sesle serzenişte bulunduğu anda kapı çalmıştı."Çöpçü" diye düşündü ya da "tüpçü", "çü"lü bir sikim ama ne? Başka kim çalabilirdi ki kapısını. Kapıyı açtığında karşısındaki manzara tarafından dehşete düşmüştü. Kapıda dünyalar güzeli bir kız ona gülümsüyordu. Hemen kızın ayaklarına baktı. Bu bir rüya olabilirdi ve ayaklar tersse şimdi yapraklara yan basmıştı. Ama ayaklar ters değildi. Yine de kendini "ayaklara bakcan abi" diye düşünmekten alamadı. Kız ona "Stardust'ı sever misin?" diye saçma sapan bir soru sordu. Sersem sersem "bilmem ne ki o" diye kıza cevap verdi. Masallarda böyle miydi halbuki. Kuul olmak lazımdı, anca lafta. Kız devam etti; "ay çok tatlı film, Robert de Niro gey orda böyle yumuşak". Kahramanımız iyice şapşala dönmüştü, ağzı açık kızı seyrediyordu. Kız ise pervasızca devam ediyordu: "msn'den sana torrentini atarım, izle bak". Oğlumuz "msn mi" diye geviş getirirken kız telefonunu çıkardı ve msn'ini istedi. Ürkek bir sesle "nazgul_1905@bilmemne.com" diye msn'ini kıza verdi. Oha lan. Ama kızcağız da sürprizlere yer yoktu; "ay sen de mi yüzük fanısın, hayatımın filmi ooooo" diye şaşkınlıkla sordu. "oooo" derken de parmaklarıyla Frodo'nun yüzüğü takışını taklit ediyordu ama başka manalar çoktan yola çıkmıştı. 
    Kahramanımız kızdan aldığı gerzek cesaretiyle "matrix" dedi. Şöyle bir durdu, düşündü, iç geçirdi ve uzaklara daldı. Gizemli bir sesle ekledi sonra; "matrix hayatımı değiştirdi". Yıllar önce kendi soyadının sonu olan "gül"* ile liseli eski aşkının soyadının sonu olan "naz" ı birleştirmiş nazgul'u oluşturmuştu. Allahtan Matrix'i izlemiş, hayatı değişmişti.(!) Kız da dalmıştı uzaklara o sırada. Ama niye bilinmez. Aralarında bir şeyler mi oluyordu, o da bilinmez. Kız telefonunu cebine soktu, "ekledim" diyip merdivenlerden inerek uzaklaştı.          
    Kahramanımız kızın hem güzelliğinden hem de salaklığından dolayı donmuş, boş boş merdiven boşluklarına bakıyordu. Toparlamasını bildi ama kendisini, çünkü kimse yoktu yanında ve o zaman kuul olabiliyordu. İçeri geçti. Bilgisayarın açma düğmesine bastı, mutfağa gidip kendine güzel bir tost yapıp çay demledi. Odasına geri döndüğünde bilgisayarı yeni açılıyordu....
     Devam edecek, belki de etmez.
     
     * Ben değilim lan -yazarın notu.