31 Eki 2010

Kimse Okuyacak Mı Ki Bunu ? (Lan)


    Gözümü açtığımda çok dağınık bir ortamdaydım ve yattığım yer inanılmaz sertti ama bunları düşünecek durumda değildim zira dünya 50x zumlu görünüyordu gözüme. Çok kısa bir süre sonra da yer sarsılmaya başladı zaten. Yer gök titriyordu adeta ve ben can havliyle bağırmaya başladım:
    - Deprem oluyor laaaaan!!
    - Bağırma lan bi şey olmuyor!
Sesin geldiği yöne kafamı çevirir çevirmez bir şeylerin değil her şeyin ters gittiğini anladım. Kalemliğim benimle konuşuyordu:
    - Ne bağırıyorsun oğlum, sahip hazırlanıyor sessiz ol.
    - Bana mı dedin?
    - Sana dedim lan tabi, sahibin gözdesiyim diye artizlenme.
   "Sahip" kelimesine takıldım, "acaba rüyadayım da gladyatör yerine saçma sapan bir eşya mıyım ben, bir de sahibim var" diye düşündüm. Bir yandan da kendimi merak ediyordum. Sahibin gözdesiymişim. Sahip kim bu arada.
     Ben bunları düşünürken kalemlik ve diğer meraklı eşyalar birden sus pus oldu, ortalık karardı arkamdan bir güç beni yerimden kaldırdı.
    - Gel bakalım buraya "canavar".
    - Baş üstüne sahip.
    Ağzımdan istem dışı çıkan kelimeler beni hayrete düşürüyordu ama her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki artık kendimi salmış öyle mal mal etrafa bakınıyordum.
  Yakışıklı sahip beni eline almış bi taraflarımla oynuyor, kolumu bacağımı çekiştiriyor adeta bana ayar çekiyordu. Her şey tamam olunca da beni kafasından geçirerek kulaklarına taktı.
    Meğer kulaklıkmışım ben. Aynada da gördüm kendimi. Şöyle bir şeyim: aha
   Bundan sonrasını hatırlamıyorum, hayvan gibi ses verdiğim için bayılmışım. Gözümü açtığımda sahip beni siyah koruma kabına koydu sonra da çantasına yerleştirdi.
    Artık korkum geçmişti. Hatta gururluydum, sahibin gözdesiydim. Bana isim bile takmıştı; "canavar". Çocuğa anası babası kedi köpek almamış o yüzden eşyalarına isim koyuyormuş. Sorunlu bir sahip ama sevdim ben onu. Hem beni koruyor, hep çantasındayım yanından ayırmıyor beni. Ben de işimi çok iyi yapıyorum.
    Neler oluyor yearabbim şu hayatta.
    

26 Eki 2010

Kahve Falında Yaşayan Kız

    Pek sevgili arkadaşım Ece geçtiğimiz haftalarda aylar yıllar sonra kahve falıma baktı. Aslında neler çıkacağını gayet iyi biliyordum. Bir kere bir tane kız çıkacak. Nereden mi biliyorum? Yıllardır var o kız orada çünkü! Bazen kafasına altın bir halka takıp melek oluyor bazen de telvetonik bir dağın tepesinde oturmuş beni bekliyor. Ben de ona atımla ulaşacağım. İnanmadım baktım, gerçekten de bir at kafası var falımda. Ve at dört nala koşuyor -gerçi atın sadece kafası görünüyor bacakları değil ama büyük ihtimal falcı at bilgisine dayanarak söylüyor bunu. Bu arada at murat demekmiş, erecekmişim muradıma. Muradım da neyse artık onu da söyleyin tam olsun yani. Burada da tek sorun fal evreninin anlaşılması zor zaman kavramı; "3 vakte" denilen şey bazen 3 yıl oluyor bazen de 3 on yıl oluyor. Sağı solu belli değil açıkçası.
    Kızımıza geri dönelim. Çok ilginçtir ki genelde bu kız sarışın! İlk başlarda verdiğim "obaa, heyooo, süper, eheh eheh" gibi saf tepkilerim zamanla yerini şüphelere bıraktı. "Bir de ben bakayım şu kıza" dedim ve gördüğüm tek şey iki beyaz nokta (gözler) ve altında bir beyaz çizgi (ağız) bazen de tepede beyaz bir çember (meleklerin 7/24 kafalarına taktıkları altın halka olsa gerek, her gün melek görüyoruz ya oradan).
    -Nasıl sarışın lan bu?
    40 saniye sonra;
    -Bir dakika, nasıl bir kız lan bu?
   Falcı kişisinin meslek sırrı olsa gerek. Falcı dediğim de hala, yenge, kuzen, yakın arkadaş ve türevleri; ne sandınız, meşhur falcı Hamiyet abla mı.
    Bence bu kız gerizekalı. Yani yıllardır ne bekliyorsun beni, git başkasına bekleme işte gönlüm yok sende belli ki. Ya da seviyorsan gel konuş bence. Falımda ikamet ettiğine göre beni tanıyorsun ama ben seni tanımıyorum, tanısam konuşacağım. Acaba diyorum ilkokulda sene sonu müsameresinde dans etmeyi reddettiğim kız intikam için mi bekliyor yıllardır.
    Fal bakma seansının en son aşamasında da bir dilek tutuyorum. "N'olur Arsenal'de oynayayım, bi kereliğine Aragorn olayım" gibi ultra fantastik dileklerimin gerçekleşmesi ise sadece tabakta birikenlerin fincana dökülmesine bağlı. Yani hızlı dökülürse dileğim hemencecik gerçekleşecek, yavaş dökülürse biraz beklemem gerekecekmiş. Polyanna bakıyor sanki falıma illa gerçekleşecek dileğim.
    Bekliyoruz biz de.

21 Eki 2010

Ben, Sen ve Onlar

    Hepimizin güvenlik kalkanları devrede. Beynimizde görünmeyen bir kalkan bu. Karşımızdakini dinler gibi yapıyoruz hatta dinliyoruz baya baya ama dinlediğimiz şeyler, düşünceler, tasarılar, yorumlar, istekler bizim güvenlik kalkanımıza çarpıyor ve geri dönüyor. Girmiyor yani beynimize bir şey. Bu yüzden de anlamıyoruz, üstünde durmuyoruz ve tartışmalarımız sorunlarımız uzayıp duruyor. 

    Bu konuda iki çeşit insan var; biri tartışmalarda karşı olduğu düşüncelere acımasızca saldırıyor, inatçı çocuklar gibi diretiyor, bağırıyor çağırıyor. Görüyoruz televizyonlarda ama burada bir parantez açmak gerekirse; televizyondakileri göz ardı edebiliriz çünkü onlar reytingleri düşünüyorlar realite şov tadında olsun istiyorlar bu yüzden bağırış çağırış. Gelişmiş ülkelerde bile rastlayabiliriz buna. Her neyse, ama bu birinci tür insanı günlük yaşantımızda sık sık gözlemleyebiliriz. Tabi ki de bu yanlış. Ortada bir saygı olmalı vesaire vesaire herkes biliyor zaten nezaket kurallarını ama "sözde".

    İkinci çeşit insan ise daha çok okumuş görmüş geçirmiş tabakada gözlemlenen bir tür. Bunlar dinlemeyi biliyor, sessizce sırasını bekliyor, hatta arada bir "evet bu konuda haklısın" gibi sözler de söyleyebiliyorlar. Amma lakin bunların da güvenlik kalkanları devrede. Yüzlerde ciddi bir "seni dinliyorum evet" ifadesi ama akıldan geçenler şöyle; "istediğin kadar konuş, kanıt sun, mantıklı ol beni ikna e-de-mez-sin!! Çünkü benim dediğim benim bildiklerim doğru". Artık refleks olmuştur bu düşünmeye bile kalmadan güvenlik kalkanları devreye girer. Mesela üniversite ortamlarında görebiliriz böyleleri. Ortamı uzaktan seyretsen "ne kadar da güzel tartışıyorlar, birbirlerini düzeltiyorlar, doğru yorumu buluyorlar" ama içinde olursan anlayacaksın ki öyle bir şey yok. Bunun farkına varmak da tam bir heves kırıcı.

    Dünyanın en çok genelleme yapan insanı olarak diyorum ki hepimiz ya birincisi ya da ikincisindeniz. Başka bir yol mümkün değil. Çünkü uygun bir ortamdan yetişip gelmiyoruz. Eğitimimizin ilk yıllarından itibaren sorgulamayı bilmeden, sorgulamanın günah olduğuna inandırılan, sadece yazılanları anlatılanları beynimize işlemek zorunda olduğumuz bir süreçten çıkıp geliyoruz. Bazılarının en basit hatalarında dahi sesimizi çıkartamıyoruz "şurayı yanlış gösterdiniz" diyemiyoruz.Çünkü en baştan cesaretimiz, özgüvenimiz kırılıyor. Söz hakkı tanınmıyor, böyle bir şans bulduğumuzda ise yalnızca "onların" gönüllerini okşayan şeylerle sınırlandırılıp öyle konuşabiliyoruz. Düşünmemiz ve anlamaya çalışmamız yasak. Zaten gerek de yok onlar bizim yerimize yapıyor bunları.

    Büyüyünce de onlar gibi oluyoruz...

11 Eki 2010

Yüzüklerin Efendisi'nin Bilinmeyenleri

   Yüzük kardeşliği'nde Bilbo Baggins'in Tolkien'ın Hobbit kitabından arakladığı trol masalını doğum günü partisinde artizlik olsun diye bebelere anlattığı sahneyi hatırlarsınız.

bilbo baggins yardırırken; yok taşa çevirdim falan
bebeler de saf saf dinliyor
yalnız bu velet çok tatlı, yerim yerim
    Aslında bu veletler Shire'dan değiller, hobbit de değiller. Kendileri Rohan bebeleri (şok şok şok) ! Bu arkadaşlar erasmus'la ilkokul ikiyi Shire'da okumaya gelmişler. Beleş doğum günü partisini de görünce atlamışlar hemen. Bakın kanıtlayayım: İşte İki Kule filminde Miğfer Dibi savaşı öncesi mağarada yaşananlar!!

annelerine dönmüşler ama memlekette savaş var.
masal dinlemeye benzemiyor di mi !!
erasmus'tan dönünce bi pasaklılık halleri tabi.
    "Sen kimi kandırıyorsun Peter Jackson" diye sorarlar adama. Yok lan sormazlar.

6 Eki 2010

Vay Anasını

    Pek sevgili Craig Parker , iki çift lafım var sana;

Önce burada gördüm seni ( spartacus )
Sonra da burada gördüm ( legend of the seeker )
Ama bu nasıl aklıma geldi bilemiyorum. Adam Haldir'miş lan, Ohaa ! ( lotr: two towers)

1 Eki 2010

Hafif dertli bir yazı ama çok değil

     Fransızcayı seviyorum ve ciddi bi şekilde öğrenmek istiyorum. Attığım adımlar güzel, heyecan verici (aylardır kursa gidiyoruz da) amma lakin yeterli değil. En önemlisi kendim ciddi bi efor sarfetmiyorum. Ders çalışmak yani. Tamam fransızca filmleri uzun uzun anlaya anlaya izlemeye çalışıyorum, "ne dedi lan" yöntemiyle dil eğitiminde çığırlar açıyorum, 2 saatlik filmi 3 günde bitirebiliyorum ama ders olarak şöyle açıp çalışmak çok uzun sürmüyor. Onun için Fransa'ya gideceğim anacım, başka yolu yok bu işin. Tarih olarak da bu ilk dönem biter bitmez. Tabi dertler bitmez bizde; para yok ! Kaç para lan hem bu Fransa işi onu bilmiyorum daha ama öğreneceğim bi kaç gün içinde. Zaten yeşil pasaportum var artıkın, o ülke benim bu ülke senin gezerim ama para yok! Söylemiştim zaten biliyoruz para yok ama dert etmeyin canlarım. Bakın ne buldum: Borç almak !! Valla parayı bulan adam iyi etmiş de borç almayı akıl eden herif daha hayırlı bir iş yapmış açıkçası. Bu yaşa gelmişsiniz biraz da geliriniz varsa ,gelir dediğin de burs kredi vs gibi şeyler ne geliri bekliyordun lan, gidin amcanıza dayınıza gayet soğukkanlı bi şekilde isteyin lan. N'olcek be ya (dürüyenin güğümleri her perşembe star'da, kaçırmayın). Öderiz bir gün yeaaaaa.
     Bir de taşıt pulu/sticker almak için ismimizi yazdık ettik ama herifler 375 tl istiyor lan! Tamam arz talep çiz iki tane; park yeri az talep çok diyince bi miktar çıkacak karşımıza da 375 tl ne bre allahsızlar (odtü rektörlük falan). Bizim okul fena para kırıyor hee; çatı diye bi yer var yemek yediğimiz, aylık kirası 70bin liraymış. 70 milyar eski tl lan, kaç tane dükkan var bilmem nesi var odtü'de. Düşün yani. Bir üniversitemi açsam ben de ne yeaaaa.
Nah !!
    Haydi biraz duygusal, romantik bi şeyler yazayım. Seks seks sekss seksss. Yok lan olmadı. Yazıyor ya hani bazı çok rt'li ünlüler, seks seks seks diye romantizm adına, kadın erkek ilişkileri adına. Ben de şansımı deneyeyim dedim belki ünlü olurum diye ama olmadı. 
    Şaka bi yana geçen sene beni baya etkileyen bir kız vardı. Bi dönem boyunca bütün bölüm seferber olup ölmüş ölmüş dirilmiştik ama her şey boşa gitmişti. Aradan aylar geçtikten sonra 2 gün önce kızcağızı önce uzaktan gördüm sonra bi bakmışım yanındayım kızın. Ortak bi arkadaşımız var da onun yanına gelince ben de kızın yanına gelmiş sayıldım. Kıza bi isim bulmak lazım erik gibi, ama erik patentli o yüzden kedi göz diyoruz kıza. Sonracığıma efendim ben, kedi göz ve ortak arkadaş konuşurkene kalbim nasıl küt küt attı bir bilseniz. "Vay anasını" dedim "sen neymişsin be kızım" dedim ve ellerim yine bomboş ortamı terkettim. İlginç yeeaaa.
Çok uzadı bu bi daha olmaz.