10 May 2011

Ne Bilem

  Ders çalışmak dışında her şeyin tatlı olduğu bu güzel vizelerle dolu dönemde bir şeyler yazmak pek de zor olmasa gerek. Uzun zamandır da yazmıyorum zaten. Hep böyle komikli, çılgınlı şeyler yazmak istiyorum, dalga geçeyim diyorum ama hayat bu neticede her zaman izin vermiyor bunlara. Ha mutsuz muyum? Yoo gayet mutluyum.

  Ama kafam biraz karışık orası da ayrı. Ne güzel kafa siken insanları çevremden birer birer uzaklaştırmış kafamı dinlerken, kendi halimde mutlu mesut takılırken birden ortaya çıkan bu kafa karışıklığı pek de iyi olmadı, azcık pişmanım da şeker bir şey, zarar gelmez herhalde.

  İstanbul'a gittim ben üç hafta önce. Paris'teyken "İstanbul Paris'ten daha güzel lan" diye çıldırmamdan olsa gerek hayli yüksek beklentilerle gitmiştim. "Aşkım" falan diyecektim az kalsın İstanbul'a.  Gel gör ki her şey yalanmış. Yani o ne kalabalık öyle. "Kalabalık" kelimesi yetersiz kalır İstanbul için. Yeni bir kelime bulunsun. Şöyle elimi kolumu sallaya sallaya gezemedim anlayacağınız. Bir de en azından tarihi yarım ada biraz korunsaymış, iyi bir sunum yapılsaymış pek bi etkileyici olurdu amma lakin öyle değildi. Hayal kırıklığı olsa da akademik amaçlarımızı yerine getirdik hatta o bakımdan gayet güzel bir gezi oldu. Kaç yaşına gelmiş koca insanlar çocuklar gibi ağlayıp yolumuza sürekli taş koymasalardı daha güzel olacaktı bence. 

  30 kez ziyaret ettiğim insanın bir kerecik Ankara'ya gelmemesi ne kadar da kaba değil mi. Çok üzülüyorum. Gerçi İstanbul'da yaşasam ben de gelmem Ankara'ya ama benim için gelinmez mi yeeaa.

  İnsanlar durduk yere ağlak aşk şarkılarını nasıl dinleyebiliyor, ağlamalı filmlere nasıl gidebiliyor, iç geçirtmeli şiirleri nasıl okuyabiliyor çok merak ediyorum. Durduk yere ya. Ortada hiçbir şey yokken. Aşk yokken, acı yokken, hayal kırıklığı yokken. İnsanın kendisini bilerek isteyerek üzmesi saçma değil mi? Ama aşıksındır, bir kız vardır o zaman anlam bulması lazım bu işlerin ya da seni destekleyen anlatacak kimse yokken yanında hislerini paylaştığın bir dost gibi. Ne bilem.

  Gerçekten buldum. Normalde bana "hayatındaki en bilmem ne şey" diye sorduklarında kitlenir kalırım ama "en gıcık olduğum şeyi" buldum. Bağırmak !! Niye bağırıyorsunuz birbirinizin yüzüne karşı. Bana yapılmasını sevmiyorum, en sevdiğim insan bile yapsa o an çok kötü oluyorum o kişiyi bir süre görmek istemiyorum. Bırakın bana bağırılmasını benim yanımda sevdiğim birine de bağırıldığında aynı şeyleri hissediyorum. Gidin dağa taşa bağırın. Ben önümdeki arabaya "yürüsene lan" diye bağırıyorum-kornadan iyidir- arabanın içinde tabi tek başıma. Ama insanların yüzüne bağırmak ne kadar yakışıksız bir hareket. Hakikaten takıntılıyım buna.

  Bugün sınavdayken masanın üstündeki çizikleri kurcalıyordum bir ara. " Tasa yasarısı =)" vardı. Güldüm. Tatlı insanlar.

  Son sözüm Galatasaray'a. Allah belanızı versin lan sizin. Koca sezonun içine ettiniz lan. Offff. 

  Neyse bu kadar.